12 Kasım 2014 Çarşamba

Türk Futbol Tarihinin En Önemli Başarısı: General Harrington Kupası

Aslında çoğu kişi bu kupayı daha doğrusu bu zaferi küçük görmektedir. Bu durum ya bilgisizlik ya da Sarı Lacivert renklere olan düşmanlıktan kaynaklanıyor.

1. Dünya Savaşı sonrasında cephe başarısını masa başında gösteremeyince İstanbul ve Anadolu'nun bir çok yeri işgalci devletler tarafından donatılıyordu. Şehir de artık huzur kalmamıştı. Halkın morali kazanılan spor karşılaşmalarıyla bir nebze olsun düzeliyordu. Tabi bu işgalci kuvvetlerin git gide hırçınlaşmasına sebep oluyordu. Dile kolay Fenerbahçe işgal kuvvetlerini temsil eden, güçlü İngiliz ve Fransız takımlarının ünlü futbolcularına karşı 50 müsabakanın 41'ni kazanıp, 4'ünden beraberlikle ayrılıyordu. Sırf bununla yetinmeyip cepheye silah kaçıran Fenerbahçe Spor Kulübü'ne baskınlar yapılıyor, her türlü nefret ve kin tohumları ekiliyordu. Zira İngiliz Başkomutanı General Harrington bu durumdan rahatsız olarak Fenerbahçe'yi bir şekilde durdurmak için çaba harcıyordu. Çünkü Fenerbahçe zararlı ve bir o kadar tehlikeliydi ki saha başarısı yanında ülke savunmasına da yardım ediyordu. Bu durumda yapılacak tek şey Fenerbahçe'yi ezecek gücü temsil eden bir turnuvaydı!

Yaklaşık 1 metreye yakın gümüş işlemeli bir kupa yaptırılır ve adına da General'in adı verilir. Çeşitli cephelerden profosyenel futbolcular getirtilir ve adeta bir İngiliz Milli takımı oluşturulur. "Goldstream Guards" adıyla oluşan bu takım yoğun şekilde bu turnuvaya hazırlanır. İstanbul gazetelerine ilan veren de yine Başkomutanın ta kendisi olur. "Gardler Muhteliti Türk kulüplerine meydan okuyor. Galibine, Başkumandanın adını taşıyan büyük bir kupa verilecek bu maça Türk kulüpleri diledikleri gibi takviye de alabilirler."


Bu çok açık bir şekilde meydan okumadır. Hem de kendilerini defalarca bozguna uğratan Fenerbahçe'ye karşı yapılmıştır.  Ve zaten gerekli cevapta çok geçmeden verilir. “Fenerbahçe Kulübü yalnız kendi kadrosuyla bu maçı şartsız olarak kabul eder.”

29 Haziran 1923 tarihinde Taksim Stad'ında çok büyük bir kalabalığın önüne hiç gol yemeden İstanbul Şampiyonu olarak çıkan takımın kadrosu da efsanedir zaten:

Şekip Kulaksızoğlu - Hasan Kamil Sporel, Cafer Çağatay - Kadri, İsmet, Fahir - Sabih, Alaeddin Baydar, Zeki Rıza Sporel, Ömer Tanyeri, Bedri Gürsoy.




Muhteşem atmosfer altında başlayan bu büyük mücadelenin ilk yarısı 1-0 yenik kapatılır. İşgal kuvvetlerinin keyfi git gide artmaktadır. General Harrington sonunda amacına ulaşmaktadır. Ancak oynanacak olan 1 yarı daha vardır. Büyük bir destek ile ikinci yarıya çıkan takım adeta fırtına gibi başlamıştır. Dakikalar 60'ı gösterirken Zeki Rıza skora dengeyi getirir. Artık Fenerbahçe oyundaki mutlak üstünlüğünü sağlamış 74'de yine Zeki Rıza'nın sert şutunda üstünlüğü ele geçirmiştir. Maç sonu yine büyük bir hezimete uğrayan Harrington kendi elleriyle kupayı kaptan Hasan Kamil Sporel'e verir. Bu sırada seyirciler büyük bir mutluluk yaşamaktadır. Futbolcuları omuzlarına alan halk Beyoğlu sokaklarında kupayla birlikte milli bir çoşku yaşamaktadır. Kısacası, cephede halkın yaptığını futbolcularımız sahada yapmıştır ve bence Türk futbol tarihinin en önemli zaferini kazanmışlardır...

6 Kasım 2014 Perşembe

Hadi Sana Geçmiş Olsun !!!

Çocuklarınıza, torunlarınıza bırakabilecek en güzel miraslarımızdan birisi de hiç şüphesiz tarihi 6 Kasım hezimetidir. Hangi güzelliğini anlatsak inanın bilmiyorum. O zamanlar maça gitmek büyük olay. Hele hele Avrupa yakasından gidecekseniz sabahın ilk ışıklarında yola çıkmak zorundasınız. Maça gittiğim için söylemiyorum ancak bizler Fenerbahçe'yi sokaklarda sevdik. Sırtımıza çubukluya geçirdiğimizde taştan kalelerde Rüştü, mahallenin ortasında Ortega, ilerde ise Tuncay oluyorduk.12 yaşında bir çocuğun ne kadar tribünlerle ilişkisi varsa benimde o kadardı o zamanlar.

Belki şimdilerde herkesin unuttuğu bir detay var ki tarih skor birliğinin aslında birazda ilahi yardımla gerçekleştiği. Erteleme maçı olduğu için 6 Kasım Çarşamba gününe denk gelen bir maç bu. İstanbul o gün yağmurlu, tribünler tıklık tıklım. Bugünkü haline yakın bir görüntü çizen Şükrü Saraçoğlu'na giden 55 bin kişi tarihe tanıklık edeceklerini muhtemelen bilmiyorlar bile. Avrupa arenasında fırtına gibi esen Galatasaray maçın favorisi. Ancak kadro bakımında o sene güçü bir Fenerbahçe var. Genç Tuncay, Maradona'nın veliahtı Ariel Ortege, Orta alanın dinamiği Samuel Johnson.. Tribünler alev alev yanarken tünelden gelen futbolcular skor tahmin etseler hiç biri 6-0 demez herhalde.

Ve muhteşem atmosfer eşliğinde 90 dakika nihayet başlıyor. Galatasaray ataklar  geliştirmesine karşı skor üretemiyor. Gol yağmurunun başlatanda 9. dakikada köşe vuruşunu kullanan Ortega'nın ortasında kafayı vuran Tuncay oluyor. Tribünler 5 gol daha görecek ama taraftar muhtemelen "Galatasaray'ı yenelim de nasıl yenersek yenelim" diyordur. Ortega'nın Hasan Şaş'ı, Ergün Penbe'yi bir o yana bir bu yana yatırmasını hiç unutmamışızdır galiba. Zaten Ortega, orta alanda başlattığı atakta pası verip, kalenin uzak köşesine doğru giderken onu izleyenler Mondragon'un yetişemediği hava topunun Ortega'nın imzasına dönüşmesini de görmüşlerdir.

Ve ikinci yarı başlar, ilk Galatasaray maçında kırmızı gören Arjantin'li Fenerbahçe'yi 10 kişi bırakır. Herkes hafiften tedirgin olur. Ancak Werner Lorent Washington'ı çıkartıp yerine Ceyhun'u alarak orta sahayı eşitlemeye çalışır. Zaten Sarı Kanaryaları durdurmak artık imkansız hale gelmektedir. Steviç'in ortasında ikinci yarının ilk golü gelir, Serhat Akın 3-0. 

7 Dakika sonra Galatasaray kalesine bir Akın daha gerçekleştiren Serhat skoru 4-0'a getirdiğinde taraftar 5-5-5 diye bağırıyordu. Taraftarı dinleyen Ceyhun 5. golü Galatasaray ağlarına yollarken, Maraton tribününe doğru koşuşu taraftarı resmen mest ediyordu.

Steviç'in muhteşem pasında Galatasaray defansı uyuyunca Ümit Özat topu ağlara gönderiyordu. Fakat "aman 6. golü yemeyelim" diyen Vedat İnceefe topu kale içinden çıkartınca Mondragon'da elini kaldırıyordu. Ancak hakem orta alanı göstererek gole resmiyet kazandırıyordu. Taraftar bu, 10 diye bağırıyordu bu sefer. Serhat'ın da dediği gibi zaman yetmiyordu. Maç bittiğinde zafer şarkıları önce Kadıköy'ü oradan da tüm yurdu sarıyordu. Ertesi gün okula, işe giden ebedi dostumuzun taraftarları da bizlere hiç bir laf bırakmadan tebrik ediyordu. Ancak o gün gollerden sonra çalan " Hadi sana geçmiş olsun" şarkısı pek geçmeyecek acılara gebe oluyordu.


MUHTEŞEM ZAFERİN TÜYLERİ DİKEN DİKEN EDEN MUHTEŞEM VİDEOSU






3 Kasım 2014 Pazartesi

Run Kayhan Run...

Siyah-Beyaz ile Sarı-Laci'nin müthiş rekabetinde son gülen olma şerefiyle yazıma başlıyorum. Kazanmak elbette önemli ama kazandığınızda sizinde emek harcadığınızı bilmek başka keyif. "Nasıl yani? " dediğinizi duyar gibiyim. Şöyle ki ; tribünde bağırmazsan kazanamazsın! destek olmazsan futbolcu oynamaz, totemler gibi bir sürü bahane üretir taraftar kafasında. İşte öyle bir gün daha yaşandı. Sosyal medyada derbiyle ilgili hiç bir şey paylaşma, maç saati telefona hiç bir şekilde bakma, ve en önemlisi santraya yetiş !!!


İstanbul'da yaşamanın en kötü tarafı sanırım bir yerlere yetişme çabası. normalde yarım saatlik yol kalabalık ve bir kaç aksaklık üzerine 2 saate çıkabiliyor. Haliyle Beyazıt'tan Maltepe'ye gitmek
baya bir zorlaşıyor. Beyazıt'tan saat 4'ü 20 geçe gibi harekete geçiyorum. İstikamet, tramvayla Eminönü oradan vapurla Kadıköy, oradan da otobüsle sahilden Maltepe. 17:30 Otobüsü ortalarda gözükmeyince mecburen minibüs yolunu kullanıyorum ama felaket!! Arkadaşlar telefonla arayıp "santraya yetişir misin?" gibi esprili yaklaşımlarıyla beni iyice geriyorlar. İçimden geçirdiğim stratejiler belkide sahaya çıkacak futbolcularınki ile aynı; koşarsam santraya yetişirim, yetişirsem de yeneriz! İdealtepe köprüsünün orada bir hışımla inişim ve koşmaya başlamamla büyük totem harekete geçiyor. Saat 18: 48 ve ben hala koşmaya devam ediyorum. Biraz güleceksiniz ama aklıma Emenike geliyor, koş ulan koş diyorum. Tren yolunu aşmak imkansız, mecburen Maltepe sahil yönüne doğru yöneliyorum. Sahildeki çeşitli mekanlar tıklım tıklım dolu, herkes televizyonlara dönmüş Seremoninin bitmesini bekliyor.Saat 18:59 Mekana giriyorum, o masaya düdük çalmadan oturmam lazım ve bizimkiler bana sesleniyor, maç başladı.

Maça Fenerbahçem hızlı başlıyor tıpkı Galatasaray maçındaki gibi. Zaten 3. dakikada Alper'in muhteşem driplinginde topu Emenike'yle buluşturarak golü hazırlaması maçı bizim için keyifli hale getirmeye yetiyor bile.Sene başından beri çoşkulu futbol oynayan Beşiktaş resmen kendi sahasında mahkum oynuyordu. Takım savunmasını iyi yapan Fenberbahçe orta alanda da Veli, Atiba, Oğuzhan işbirliğini de bozarak sahanın tek hakimiydi. Kırmızı kart itirazları, penaltı, hakem kararları gibi basit şeylerle uğraşmıyorum bile. Zaten maçın başında golü atan Emenike bu sefer Beşiktaş golcüsü Sow'a 86. dakikada adeta "alda at pası" yolluyordu.




Totemler, uğurlar ve inancın zaferi diyebileceğimiz güzel bir derbi oldu sonuç olarak. Bence liderlikten çok Şampiyonluğun fısıldaması olabilir bu zafer!!!





2 Kasım 2014 Pazar

Uçan Kuşlar Martılar...

Tarih 20 Şubat 2011, yer İnönü. O sene gidilecek en güzel deplasman sanırım burası! Bilet kuyruğuna girmeden alınan biletler ceplerde, Kadıköy sokakları büyük zevkle arşınlanıyor. Yağmur bir o yakada bir bu yakada derken biz Beşiktaş tarafına geçen taraftar grubunu kaçırıyoruz ve haliyle karşıya geçer geçmez atkılar montun içine giriveriyor. Aklımızda sadece galibiyet ve Şampiyonluk var. Trabzonspor'la yarıştığımız büyük çekişmenin en büyük engellerinden biride Beşiktaş!

Dolmabahçe'ye vardığımızda çevik kuvvet bariyerlerini aşınca siyah beyaz dünyanın içinde bir anda Sarı Laci sevdası haykırıyor herkes. 1500 kişi aynı şeyi söylüyor tek ağızdan; FENERBAHÇE!! Stada girer girmez yağmurluklar dağıtılıyor ama bizim aklımız ıslanmakta değil, Guti'li, Simao'lu, Quaresma'lı Beşiktaşı yenmek! Alex, Emre, Niang hatta Lugano en büyük gol silahlarımız!  Maç başlıyor, haliyle Çarşı'da başlıyor; Gücüne güç katmaya geldik! Tüyler diken diken çünkü orada farklı görünen biziz ve bizde bağırıyoruz, "münasip bir yerinden kan almaya geldik, orana burana bişeyler sokmaya geldik Beşiktaş" diye. Tabi burada biraz sansür uyguluyorum. Fenerbahçem Necip'in kendi kalesine attığı golle 1-0 öne geçiyor. Tabi biz başlıyoruz ; " uçan kuşlar, martılar" 


Volkan'ın yakın köşeden gol yeme alışkanlığı bu maçta da nüksediyor ve Ekrem'in dar açıdan attığı güzel golü ile beraberlik sağlanıyor. İlk yarı bitiyor ve devre arası herkes aynı şeyden yakınıyor! BAĞIRMIYORUZ!!! Herkes maçı izliyor. İkinci yarı başında İbrahim Toraman'ın golü kapalıyı iyice çoşturuyor. Tribün liderleri bağırıyor; "sesimizi Kadıköy'e göndericez" 

Bize ve herkese göre maçın kaderi 3 dakika içinde değişiyor. Almeida'nın karşı karşıya kaldığı pozisyonda iyi refleks gösteren Volkan resmen maçı çeviriyor. Hemen ardından gelişen atakta Lugano'ya ceza alanı içinde yaptığı hareket sonucu kırmızı kart gören Ferrari takımını 10 kişi bırakmakla kalmıyor birde penaltı yaptırıyor. Topun başında Doktor Alex var! 2-2 


Ve deniz tarafına atılan 3 golün ikincisi, Emre'nin ortasında kafasını çalıştıran Alex'den gelirken, maçın skorunu Dia'nın pasını Rüştü'yü çalımlayarak güzel gole çeviren de aynı isim oluyor, Alex.4-2 


Şimdi Kadıköy'e ses gönderme sırası bizde!!! BİR BABA HİNDİİİİİİ !!! 
Ve umarım bugünde yine bol gol ve Fenerbahçe galibiyetiyle sonlanan bir derbi olur..