30 Temmuz 2013 Salı

En Güzel Gol Anonsu: De Souzaaaaaaaa...... Alexx!!!

20 Numaralı formayı sırtına geçirdiğinde anlamalıydık onun ne kadar büyük bir futbolcu olduğunu. Nice 10 numaralara kıyaslanmayacak derecede büyüklüğüne, saha içi ve dışı rakipleriyle olan diyaloğu bile sevildiğine, inanmalıydık. Çok eleştirdik, çok kızdık. Ancak o, süper golleri attığında yine bize koşmuştu. Bizde inadına haykırdık: "De Souzaaaaaaa........... Alexxxx!!!"


Bitmeyen bir sevda gibiydi. Sanki hiç gitmeyecek sanıyordum. Futbolu bizde bırakır, antrenörlük yapar ve Fenerbahçe'nin önce teknik direktörü sonra da başkanı olur diye düşündüm hep. Sonra bir gün onun için hayallerini kurduğum başkanlık mevkiin deki adam, Fenerbahçe kimliği adı altında Alex ile yolların ayrılması gerektiğini söylüyordu. "Alex gidiyor" haberleri o sıra yalanlanmasını istediğim tek şeydi. Ancak kulüpte Alex'e teşekkür mektubu yazınca aslında tüm kurduğum hayaller bir bir yalan oluyordu.


Veda edilmesin dedim içimden. Tekrar döner belki. O koşmadığı maçlarda attığı kritik goller var ya onlar geldi aklıma. Frikikleri, uzaktan şutları, kornerleri, penaltıları,asistleri... İnönü'de attığı gol sonrası tribünlere "Kanaryaaa" diye haykırışı... Fenerbahçe'nin 3000. golü. Arena'da ilk maç da  Galatasaray'a attığı kafa golü. Ve daha niceleri... Saymakla bitmeyen, tükenmeyen sevginin,aşkın sembolü.

 Ne yalan söyleyeyim, bir gün tekrar gelme ümidiyle geçiyor günler. Fenerbahçe'nin 10 numaralı formasını sırtına geçirip attığı golden sonra defalarca tekrarlanan gol anonsuyla;  De Souzaaaaaaaa...... Alexx!!!

23 Temmuz 2013 Salı

Omuzlara Tüneyenler

Hayatta iddia edebileceğim hafıza oyunlarından birisidir, ilk maç. O heyecan çok farklıdır. Düşünsenize odanızda asılı olan posterdeki adamın hemen önünüzde gol sevinci yaşadığını. Hayal bile etmesi tüyleri diken diken yapmaya sebep. 7,8,10,12,15 Kaç yaşında gidersen git o maç başkadır. Sevgiliyle ilk buluşmayı andırır. Üstünde sevdalının rengi olsun istersin muhakkak. Hiç bir detayı atlamak istemezsin. Ya baban ya amcan ya abin ya da mahalleden birileri tutar götürür seni. Biletler ayarlanır. Sen ilk maçını izlemek için omuza alınmış bir biçimde girersin stada. Çim kokusu, sahayı görmeden gelir. İşte o andan sonra her şey rüya gibidir.


Fenerbahçe sevgisi, aşkı mühürlenmek için bu anı beklemez elbette ancak o anda aklımızın alamayacağı bir şekle bürünür. 2-0 geride bile olsan "ŞAMPİYON" tezahuratı yaparsın. Çocuk aklınla şaşırırsın. Bilmediğin tezahuratta ağzını oynatıp, bu çoşkuya ortak olmak istersin. Bir yerden sonra boğazın ağrır, bi bakarsın bilmediğin tezahurat diline dolanmıştır. Küçücük yüreğin, artık kazanmak için sevdalananlardan değil, sarıyla boyanmış lacivertin aşkına yelken açar. Dedim ya omuzlarda başlayan bu aşk git gide büyür ve tribünlerden dolup taşar. Bir çok hikayeye tanıklık eden Fenerbahçe'nin küçük yürekleri zamanı geldiğinde, o hikayenin hiç birini unutmaz. Hakkını, hukukunu savunacak kapasiteye kavuşur. Küfre ya da azgınlığa değil, sevdaya koşar. Yıkmaya çalıştıkları şey sezon içinde hayali suçlar değil, milyonlarca çocuğun ilk heyecanına attıkları çamurdur. Sözün bitebileceği bir yerin tezahürü yok zaten. Yapılabilecek en güzel şey çocuğunu, eşini, dostunu bu sevdaya dahil etmek. Elinden tutup götürdüğün çocuk, omuzlara tüneyip girince mabede işte o zaman çubuklunun sihrine kapılır. Başucunda asılı kalan şey, gurur tablosudur bir nevi. Fenerbahçe'li olmak çok güzel bir şeydir...


19 Temmuz 2013 Cuma

19.07 FENERBAHÇE

19 Temmuz sadece 1907 yılını tarihsel anlamda andırdığı için bugünü Dünya Fenerbahçeliler Günü olarak kutlamaktayız. Aslında bu kutlama bir nevi tepki ve hırsın sembolüdür. Üzerine türlü oyunlar oynanan bir spor kulübünün bütün futbolcuları tek tek, bugünü herkese hatırlatacak bir görüntü çiziyorsa, alt mesajı anlamak çok önemli.

3 Mayıs 1907 tarihinden bugüne, siyah çoraplılar'dan sarı laci çubukluya uzanan dev bir aşkın öyküsünü hatırlamak adına güzel bir gün bugün. Bazı sevdaları dışarıdan olanlar anlamaz. Anlamasını, idrak etmesini de beklemek aptallık olur zaten. Tek derdi Fenerbahçe'yi küçümsemek olan ve hayatını kendi takımından çok Fenerbahçe ile uğraşmakla geçiren zavallılara acımamak elde değil tabi ki de. Onları çok fazla yazıp çizmek istemiyorum. Bu aşkın küllenmesine sebep bir kaç güzel söz söylemek gerek aslında bugün. Çoğumuz ilk gittiğimiz Fenerbahçe maçını unutmamışızdır. Aşkınızla ilk buluştuğunuz gün. Nasıl unutabilirsiniz ki?

1940'lı yıllardan tutunda 70'lere, 80'lere uzanan bir ortak hikaye var. O zamanların çocukarı bugünün abileri, amcaları, dedeleri anlatıyor."Fenerbahçe bizlere hiç bir zaman rahat maç seyrettirmedi. Şampiyon olduğumuz sezonlar bile hep nefes nefese geçti. Ama gülen hep biz olduk." Söyledikleri en güzel söz ise aynı anlam altında birleşiyor; "Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz." İşte bu yüzden Hababam sınıfı Fenerbahçe'li veya Turist Ömer. Türk sinemasının en güzel karakterleri Fenerbahçe'li, en güzel hikayeleri hep Fenerbahçe ile ilgili. Çok fazla söze gerek kalmadı sanırım. Şimdi bize sevdamızın bu kadar derin ve bu kadar büyük olmasını soranlara gelsin sırada ki söz. "Gerçeğin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır" Aykut Kocaman ...

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Fenerbahçe hep kalır...

Kadınları futboldan anlamamakla suçlayanlar büyük aptallık yapmaktadır. Daha doğrusu genelleme yapanlar için bu kelimeyi söylesek yanlış olmaz. Bir kadının futbol konuşması, o hikayeye dahil olması bile Dünya'nın en güzel durumu bence. Belki ilerde Kadın ve Futbol üzerine bir yazı yazabilirim. Ancak şimdi kitaptan güzel bir paragraf paylaşmak istiyorum. Bu demecin sahibi bir bayan. Hem de futbolu çok güzel yorumlayan ve yorumladığı tarafın renklerine aşık bir insan. Bahsettiğim kişi, Ebru Köksaldı.

"Fenerbahçe'yi bitirmek için öldürüp yakmanız, külünü yedi kat alta gömmeniz, üstüne yedi kat çimento dökmeniz gerekir. Kumpas soruşturmalarla ancak dönemsel hasarlar verirsiniz. Sizin de devriniz biter, ama Fenerbahçe hep kalır." (Evladıma Miras Bu Sevda, 2013)


13 Temmuz 2013 Cumartesi

2010-2011 Sezonu Süper Ligi Şampiyonu Fenerbahçe !!!

"Bazı sevdalar vardır, can acıtır. Bazı sevgiler vardır, beklersin dönmez. Bazı aşklar vardır, seni adım adım uçuruma sürükler. Fenerbahçe bizi vursa da öldürse de peşinden koştuğumuz en güzel davamız"

Hayatınızda yaşadığınız kötü şeyler tekrarlanır mı? Yani bir trafik kazası 2 kez ya da 3 kez aynı şekilde olabilir mi? Cevabınızı duyar gibiyim. Milyonda birde olsa olma olasılığı var. İnsanlar düşünebilen yaratıklardır. Ve buna göre hareket eder. Takım o gün Sivas'a giderken acaba ne düşündü. Geçen sene son haftada kaptırılan şampiyonluk. Onun öncesinde Denizli'de son haftada yitirilen şampiyonluk. Bu hatalar bu kez yaşanır mıydı? Kendi ipi kendi elinde olan bir takım böyle şeylere kafa yormaması gerekir belki ama söz konusu Fenerbahçe ise biraz insanı tedirginliğe sevk ediyor. Kesin kazanırız dediğimiz o kadar maçı kaybetmişiz ki konuşmaya korkar olmuşuz. Hele o sezonu anlatmaya kelimeler yetmez. Gözlerimi kapattığımda kareografilerin anlamları, güzelliği belki de dünyanın en güzel taraftarı olmamızı bir kez daha kanıtlar gibi.







Son maç. Her şeyin belli olacağı son maç.Son düdüğü bekleyen milyonlarca taraftar. Elleri kalplerinde yürekleri ağızlarında ve son düdükle haykıracakları bir şampiyonluk. Bende heyecanlıyım ama nedense inanılmaz bir soğuk kanlılık var. Arkadaşlarla maçı Bostancı'da izleyelim dedik. Hem maç sonu caddeye çıkar kutlamamızı yaparız. Maçı anlatmaya gerek yok aslında tüm sezon nasıl geçtiyse o maç da öyle. Ha geldi ha gidecek diye izlediğimiz final maçı. Rakip Sivasspor ama onu destekleyen Trabzon'lusu, Galatasaray'lısı, Beşiktaş'lısı, Bursa'lısı, Karabük'lüsü, Eskişehir'lisi, Gaziantep'lisi vs. Kısacası şike diye bahsettikleri davanın sahada ki görünümü hiçte öyle değil. Herkes, Fenerbahçe şampiyon olmasında kim olursa olsun diye konuşurken sadece bizimkilerin "Ortam nasıl? İyi ya kesin alırız" demesi şikeye kanıt(!) olarak savcı dosyalarında dolaşınca, pekte inandırıcı gelmiyor bu dava. O sene kümede kalma savaşı veren Galatasaray'lılar ise ilginç bir şekilde Trabzonspor taraftarı olup çıkıyor. Olmaları işimize de yarıyor açıkçası. Fenerbahçe savaşmayı seven bir takımdır. Ve siz ne derseniz deyin " biz kanırta kanırta 2010-2011 SEZONU SPOR TOTO SÜPER LİG ŞAMPİYONU FENERBAHÇE'YİZ !!! " Şike rüyasından uyanamayıp hala Trabzonu şampiyon ilan eden zihniyetin varlığı bizi her geçen gün yüceltip, onları git gide küçültmektedir.

9 Temmuz 2013 Salı

İzmir'de Lider Fener...

9 Puanlık fark kapanır mı kapanmaz mı tartışmalarının artık çok gerisinde kalmışız. Trabzonspor'un puan kaybettiği haftada kazanmak lider olma fırsatını bizlere sunarken, zorlu Antep maçı sonrası Trabzonspor, bir hafta sonra Eskişehir'de 0-0' a razı olunca Fenerbahçe için artık kendi ipini kendi eline almanın zamanı gelmişti.

Rakip, Bucaspor. Yer, Atatürk Stadı. Herkes, o gün oranın bir bayram yeri gibi olacağını tahmin ediyor. Biz de o zamanlar az manyak değiliz. Atladık gecenin bir yarısında otobüse, hop İzmir. İnternet üzerinden aldığımız biletleri sabahın ilk ışıklarıyla birlikte girdiğimiz kuyrukta alırken, şampiyonluk biletinin elime alabileceğimi hissetmedim değil. Gün içinde güzel bir İzmir turu ve kumru ziyafeti çektikten sonra istikamet stad oldu. Kimsenin aklında kaybetmeye dair tek bir düşünce yok. Beraberlik ihtimalini bile düşünmeyen taraftar mağlubiyeti nasıl düşünsün? Fenerbahçe için o zamanlar tek seçenek, galibiyet.


Ve maç başladı. Kadıköy'de ki o boğucu atmosferi burada yaşamak imkansız. Kimse tezahurat bilmiyor, haliyle saf gürültüden başka bir şey yok. İzmir halkı biraz nazik olduğu için tribündekilerin tabiri ile sinema izlemeye gelmiş gibiler.

Maç öyle bir tempoyla oynanıyor ki Bucaspor düşmemek, Fenerbahçe ise şampiyonluk için bastırıyor. Top bir o kalede bir bu kalede. İlk yarı sonucu 2-1 olunca. Buca tribünleri bize her yer Trabzon diye bağırmaya başlıyor. İnsanı sinir eden bir durum bu. 2. Yarı başında kalemizde gördüğümüz golde, ümitleri resmen söküp alıyor bizden. Ancak o zamanlar takımın ruhu Alex, bir penaltı bir de kafa golüyle skoru eşitleyince, tribünlerin ortak sesi " bizim için saldır kanarya" oluyor. Ve o sese oyuna yeni giren Guiza cevap veriyor. Santos'un yine jeneriklik golllerinden biride skoru belirliyor 3-5. Ancak o maçta ki en güzel görüntünün Guiza'nın göz yaşlarına hakim olamaması ve kaptanın ona böyle sarılması oluyor.
.


4 Temmuz 2013 Perşembe

Antep'ten İzmir'e...

Aşık olduğum renklere ilk kez canlı tanık olduğum Gaziantepspor maçı ile başlayan Şükrü Saraçoğlu serüvenim, 2010-2011 sezonu ilk kez kombine almamla birlikte devam etmişti. Bir çok kez zaferlerle ayrıldığım bu statta ilk defa bütün sezonu canlı canlı izleme olanağım olacaktı. O sezonun her maçı tek tek aklımda. Ancak bazı maçlar hala yüreğimdeki heyecanı ve tazeliği ile duruyor. O yüzden bazı kritik maçları anlatmak istiyorum.



Bizim için Antep maçları hep efsane olmuştur. Şampiyonluk düğümlerinin çözüldüğü ya da koptuğu maçlardır. Moral motivasyon inanılmaz yüksek çıkılır bu maçlara. O gün, ne yaşanırsa yaşansın Fenerbahçe mutlak galibiyet parolasıyla çıkar, çıkmak zorundadır. O sezon şampiyonluk yarışında rakibimiz Trabzonspor ancak rakip sayımız 17 (!) İşte bizde bu bilinçle statta avazımız çıktığı kadar takımımızı destekliyoruz. Asla yalnız olmadıklarını  hissettirmek için resmen tribünde bizde savaşıyoruz. Ancak o gün maçta değişik şeyler oluyor. Maçın hakemi Hüseyin Göçek, resmen Fenerbahçe'nin karşısında dikiliyor ve "bugün size galibiyet yok" dercesine kararlara imza atıyordu. 90 Dakika boyunca susmayan biz, 6 dakika uzatma görünce de nedense sessizliğe gömülüyorduk. Ta ki Stoch şutu çekip direkten dönene dek. O anda ahlar vahlar yükselirken bir anda gol sesi de arada çıkan tek zıt sesti diyebilirim. Gole sevinmemle Türk Telekom tribünün aşağı doğru hareketlenmesini görmem bir oldu. Futbolcular nereye koşacaklarını şaşırmış bir halde seviniyor, arkadaşım bu golün şampiyonluk golü olduğunu haykıra haykıra söylüyordu. Herkes abartısız herkes bağırıyordu.Bir hafta sonra bizde kendimizi İzmir'de bulacağımızı tahmin bile edemezdik haliyle. Böylece Antep maçı ile devam eden soluksuz şampiyonluk yarışı, İzmir'de liderliği almak için bir fırsata dönüşecekti...

3 Temmuz 2013 Çarşamba

3 Temmuz 2011

Gözden uzak olan gönülden de uzak olur derler. O gün, binlerce kilometre uzakta olan ben, haliyle anı anına almadım haberleri hatta bir kaç gün sonra haberim oldu. İlk duyduğumda inanmadım. Şakadır dedim sürekli. Ama değildi. Aziz Yıldırım o sabah polisler tarafından götürülmüş ve Fenerbahçe'min şampiyonluğu, şikeli damgasını yemişti. Yaklaşık 2 ay boyunca internetten takip etmeye çalıştım süreci. Yapılan haberler hiçte iç açıcı değildi. En son Şampiyonlar Ligi için Uefa'dan stad kontrolü için yetkililerin geldiğini okumuştum. Ancak ertesi gün okuduğum haber beni adeta yıkmıştı. "Fenerbahçe Şampiyonlar Ligine alınmadı"... Aslında alınmadı değil gönderilmedi olmalıydı belkide haberde. Lugano, Niang, A.Santos gibi kemik oyuncularında gittiğini duyunca iyiden iyiye ümitlerim yıkılmıştı. Ligin statüsü değişmiş, Fenerbahçe transferleri bir alt lige hazırlanır gibi yapılıyordu.



 Aklınızın, kalbinize olan hükmünü bir türlü veremediği karmaşalar içindeyseniz, hele birde uzaklardaysanız hiç geçmek bilmez o zaman. Bir an önce Türkiye'ye gidip belkide çok sakin bir günde Şükrü Saraçoğlu'nu ziyaret etmek en güzelidir. Stadın dışında bile o çim kokusunu duymak, gözlerinizi kapatıp gol anonsunun defalarca "De Souza..... Alexxxxxxxx" diye düşlemek. İşte böyle bir sevdanın adı; Fenerbahçe... Nasıl olur da bu söylentiler bizi yıkabilir. 17 Maç 16 galibiyet 1 beraberlik.  Ve savcının sürekli değişen iddianamesi. Volkan'ın söylediği en güzel söz bence "Biz Bize Yeteriz" ... Ve Her Sabah Özgürlüğe Doğar Fenerbahçe...